14 Şubat 2016 Pazar

Sizi bu yüzden sevdim


Ulaşmak beklentisi değildi benimki, göğüs kafesimde yatan çocukları uyandırma gayretiydi. 
Uçakların peşinden bu yüzden koştum ve benden millerce ötedeki pilottan, kıtanın öteki ucundan asla gelmeyecek milyonlarca uçuk kaçık şeyi de sırf bu yüzden istedim. 
Sonra salıncaktan atlama sebebim de buydu. Düşüp dizlerimi yaraladığımda belki kanatlanıp uçmaktan çok uzak olduğumu ayan beyan fark ettim ama göğsüme taş attı bir çocuk. Bir diğeri kaburgalarımı tekmeledi, başkası yüreğimi yumrukladı istediği olmayan her şımarık çocuk gibi.
Göğsümde kaos; şamata, gürültü...
İçimde patlayan havai fişekler...
O gün bu yüzden gülümsedim.
Kibirlenmeyin, sizi de bu yüzden sevdim.

Beğenilme arzusu yoktu düşlerimde; şairler, şarkıcılar ya da düşünce nöbetçileri konuşamadıklarımı anlatır diye bekledim. Söylediğim şarkılar sesimde parçalandı, onlar bıyık altından güledursun, ben yağmurunu bırakıp giden bulutlar gibi hafifledim.
Şairliğimi küçümsedim diğer herkes gibi - belki herkes bana uyduğundan - yine de kestiğim kelimelerden kan değil, gökyüzü aktı. Ve yıldızlar, ilk ve son kez, benim için parladı.
Bir filozof olamadım söz gelimi ama okuduğum aforizmalarda kendimi aradım didik didik. Bazen buldum, bazen kaybettim, sonunda pes ettim.
O gün bu yüzden hüzünlendim.
Kibirlenmeyin, sizi de bu yüzden sevdim.

Kaybetme korkusu değildi beni böyle titreten, daha az sevilme ve akabinde önlenemez bir biçimde daha az sevilme ihtimaliydi. Çünkü sevmediğimde sevilmeyeceğimi düşünecek kadar güvensiz ya da - şimdiyi göz önünde tutarsam - gerçekçiydim o zamanlar. 
İnsanlara benden küçük hatıralar bırakma ve onlardan yalvar yakar küçük, maddi olarak önemsiz hatıralar alma sebebim buydu. Unutulma ihtimali huysuzlaştırdı beni.
Sonra ayrıldığım kişiyi Allah'a emanet etme eğilimim de bundandı. Birinden duymuştum bunu da; birini O'na emanet edersen ölmeden önce bir kez daha görüşürmüşsün o kişiyle mutlaka. İstisnasını görmedim henüz, inanmaktan vazgeçmedim.
Ve bir de,
sonunun nereye varacağını bilemediğim ıssız yolları adımlamam, önüme çıkan dikenli tellere ellerimle saldırmam; hepsi aynı sebeptendi.
O gün bu yüzden kanadı ellerim.
Kibirlenmeyin, sizi de bu yüzden sevdim.

Kırılgan ruhumdan ileri gelmiyordu çekingenliğim, ben yalnızca karşımdakini tanımak istedim; ona kapılarımı açmadan önce.
Ancak yanlış anlaşıldım, arkamdan fısıltılar döndü küçük sinekler gibi.
Gözlerimi bu yüzden kaçırdım.
Terleyen avuçlarımı gizleme sebebim de buydu.
Keyifsizlikten ölecekken, dişlerimi gösterip yapma bir kahkaha atmam, yalnız kaldığımda gerilen mimik kaslarımı ovalamam, gece uyumadan önce sahteliğimi düşünüp kendime nefret duymam da bundandı.
O gün bu yüzden kaçıp gittim.
Kibirlenmeyin, sizi de bu yüzden sevdim.

Mutsuzluklarımı unutmak değildi niyetim, yalnızca, bir elin parmağını geçmeyecek mutluluklarımı daha çok hatırlamaktı.
Ancak niçin dışlamalı göz yaşını?
Beni mutluluk gülümsetir, mutsuzluk büyütür.
Çocuk kalamadıysam sebebi mutsuzluklarımı daha sık, daha derinden anımsamam değil mi?
Eski oyuncakları bu yüzden attım.
Odamın duvarlarındaki posterleri bu yüzden söktüm. 
Gözlerime bu yüzden çektim o kara sürmeyi.
O gün bu yüzden ağladım.
Kibirlenmeyin, sizi de bu yüzden sevdim.

zy


10 Ocak 2016 Pazar

Gri günler


Bacadan tüten duman mı daha özgür, 
gökyüzüne kepenk atmış bulutlar mı?
diye sormuştun ben giderken.
O zaman canın üzülmesin diye susmuştum,
şimdi yine sorsan,
yine aynı cevap gelir dilimin köprüsüne. 
Bacadan tüten duman da gökyüzündeki bulut da 
biz ne kadar özgürsek o kadar özgür 
ki hapsolmuşuz atmosfere. 

Koşsam, koşsan neye yarar,
dönüp dolaşıp aynı noktaya vardıktan sonra?
Bana kalbin dışında bir yer göster,
eriyip solmadığım.
Beni en çok ne zaman sevdiysen o anda dondur,
aklında öyle kalayım. 
Bırak aynalar yalan söylesin,
gözlerinin kenarına iki çizik atsın,
belini büksün,
saçlarını döksün,
dudaklarını çentiklesin,
ellerine kahverengi sürsün, bırak...
Sen,
Kalbimde en güzel olduğun an hangisiyse orada kal.
#
Yeniden yaşamak mümkün değil,
yeniden çocuk olmak,
sonra yeniden dönmek,
Tüten dumanla bulutların ayırt edilmediği o gri günlere...

zy





9 Ocak 2016 Cumartesi

Kış ortasında sahil kasabası



İçimde geçmişin tortularını çalı bir süpürgeyle kaldırım kenarlarına süpüren yorgun işçiler var. Suratları hiç gülmez, başlarını kaldırıp yola bakmazlar bir kez olsun.
Yaramaz çocuklar var, bunlar bir kaybolur, bir çıkar ortaya karabatak gibi. Sızlanırlar boyuna, istekleri hiç bitmez, yoktan anlamazlar.
Umut bekçileri var, kolay kolay uyutmazlar; boyuna haykırdıkları, çığlık çığlığa söyledikleri şarkıları hiç susmaz.
İçimde olası ölümler var, senaryolar, üzüntü provaları; vesvese yardakçıları.
Her şeye rağmen en kalabalık olduğum zamanlarda bile kış ortasında bir sahil kasabası gibiyim. Kimse geçmez, kimse bakmaz yüzüne. Yazlıkçılar elini eteğini çekmiş, geriye üç beş hayal bırakmışlardır. Evlerin kapıları kilitlidir sıkı sıkıya, bahçeleri yabani otlar talamış, salıncakların ipleri kopmuştur. 
Elektrik telleri yazın sonundan beri sarkıktır yere değin, karanlığın imzası her yerde geçer. 
Kışın sessizliğine aşık yaşlı bir kadın bırakıp gidememiştir bu kasabayı yalnızca. 
Arkasında kediler dolaşır, her bir kedinin ismi bellidir; Sarman, Tekir, Zeytin...
Nereye gittiğini bilmeden yürür bu kadın. 
Önü açılmış ayakkabılarından su girer, bastonu yosun tutar, rutubetten boyuna öksürür, bacaklarının ağrısını sessizliğe şikayet eder, telefon açar geçmişe, ahizenin öteki ucuna ulaşmayan sitemlerini yutar, biraz ağlar, uyur, erkenden uyanır, sonra yeniden düşer yollara. 
Bu kadın, terk edilmiş bu sahil kasabası ona hüzün getirse de, yaz hiç gelmesin ister. 

z.y.