29 Nisan 2015 Çarşamba

Mütemadiyen erteliyorum.

Erteleme uzmanı oldum çıktım. Bugünün işini bugün halletmemek için elimden geleni yapıyorum. Tembelim, üşengecim evet inkar edemem. Ama yapmam gerekenlerin ötesinde yapmak istediklerimin elimi kolumu bağlamasına ne demeli? Wells'in 'görünmez adam'ı masanın köşesinden bana göz kırparken, oturup parazit ezberlemek zorunda olmak benim imtihanım sanırım. Sonra da ne parazit ezberliyorum ne de oturup kitabı bitiriyorum; ağrıdan çatlayan bir başla geçip blog yazıyorum. Yarın ezberlerim, yarın okurum, yarın yaşarım ve yarına her ne kaldıysa.



Yalnızca kendime gönderdiğim bir sitem olarak kalmasın bu yazı. Aklımı çelen kitaptan da bahsedeyim.
Görünmez Adam ilk yüz sayfa boyunca elimde süründükten sonra son yüz sayfada gözümde zirveleri oynuyor resmen. Görünmezliği keşfeden bir bilim adamının, keşfini ve varlığını herkesten gizleyerek çıktığı macerasında, diğer insanların 'farklı' olana karşı duyduğu düşmanlıkla yüzleşmesini anlatıyor kitap. En azından şimdilik... 

Kitabı okurken çok düşündüm. Geri dönüşümsüz şekilde görünmez olmak nasıl olurdu? Siz bile kendinizi göremiyorsunuz ve yaptığınız büyük keşif sonuçta size ucubelikle itham edilmekten başka hiçbir şey getirmiyor.
Sanırım böyle bir şey keşfedecek olsam, bütün araştırmalarımı yakıp hayatıma kaldığım yerden devam ederdim...Siz ne düşünüyorsunuz?

26 Nisan 2015 Pazar

Benim hayatımın aksine


Kimi yerler var çok yakınımda. Orada tanıştığım insanları beklentisiz, hesapsız, sınırlarım olmadan sevebiliyorum. Onları sevdiğimi bile bilmiyorlar ve en güzeli de bilmiyor olmaları beni üzmüyor. Beni sevsinler diye uğraşmıyorum, kendimden vazgeçmiyorum ve tüm huysuzluklarıma rağmen kaçıp gitmiyorlar benden. Orada aşık olabiliyorum, yalnızlaşabiliyorum, saklanabiliyorum, yepyeni bir sayfa açıp yeniden başlayabiliyorum; benim hayatımın aksine. Kitap okumayı işte bu yüzden seviyorum sanırım. 

Gerçekte, geçmişe takılı kalmaktan başka yaptığım hiçbir şey yok çünkü. Şimdiyi gerçek olmayan hayatlarda ararken, yaşadığım kadarıyla yetinmeye çalışan biriyim ben. 
Geçmişe karşı tövbekarım, bugüne karşı günahkar; geleceğe bakmaya ise yüzüm yok.  


25 Nisan 2015 Cumartesi

Soma’daki “Toplumsal Dönüşüm Projesi” Onlarla Hayat Buldu!

Soma İçin Bir Olduk:  Anka Küllerinden Yeniden Doğan bir Kuştur...

Allianz Türkiye, sivil toplum örgütleriyle el ele vererek, bölgede etkilenen vatandaşlara ulaşabilmek, onların yaralarını sarmak ve yeni başlangıçlarını desteklemek için Soma’daydı. Soma’da 2014’te gerçekleşen ve ulusumuzu derinden sarsan maden faciasının ardından, Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği (APHB) ve Bilim Kahramanları Derneği (BKD) ile işbirliği yapılarak “Allianz SomaDA”yı (Soma Dayanışma Ağı) geliştirdi.



Soma’daki faciada 301 işçimizi kaybettik, olaydan yaklaşık 5 bin çocuk etkilendi. “Benim adım Esma, benim adım Sıla, benim adım Dilara, benim adım Abdurrahman… Biz bir robot yaptık. Grubumuzun adı Anka oldu. Anka küllerinden yeniden doğan bir kuştur.” Bilim Kahramanları Derneği’nin projesiyle çocuklar, bilim ve teknolojiyle meşgul oldular, acılarından biraz uzaklaşıp normal hayata döndüler.

Allianz SomaDA”yı kapsamında, BKD ile yapılan işbirliği sayesinde, Soma çevresinde, olaydan etkilenen 6 ilçedeki 16 okulun, Bilim Kahramanları Buluşuyor turnuvasına katılımı sağladı. 34 gönüllü öğretmen, 150’ye yakın öğrencinin oluşturduğu 17 farklı Allianz SomaDA takımını 4 ay boyunca turnuvaya hazırladı. Bu yolla, öğrencilerin normal hayata dönüşü desteklenirken, psikososyal ve kişisel gelişimlerine de katkı sağlanması amaçlandı.

Allianz SomaDA”nın bir ayağı da faciadan etkilenen ailelerin çoğunlukta olduğu Dursunbey’deydi. APHB ile yapılan işbirliği sayesinde, Dursunbey’de bir psikososyal destek merkezi açıldı. Çocuklara, yetişkinlere ve gruplara yönelik üç görüşme odası bulunan Dursunbey Psikososyal Destek Merkezi’nin hizmetleri, merkeze uzak bölgelere de ulaştırıldı.


Bir boomads advertorial içeriğidir.

20 Nisan 2015 Pazartesi

Ki alışılmadık da değil



Kimsesizler bahçesinde büyüyen mahşerim ben,
Dirilebilecekmiş gibi içimde bir yer;
Ses nefes yok,
Nerdeyim?

Adımı unutuyorum kimi zaman,
Ki alışılmadık da değil...

Kasırgaya tutulan bir bulutun gözyaşıyım ben,
Yağabilecekmiş gibi içimde bir yer;
Düştüğüm yok,
Nerdeyim?

Adımı unutuyorum kimi zaman,
Ki alışılmadık da değil...

Okyanusa bırakılan bir şişenin içindeki boş kağıdım ben,
Varabilecekmiş gibi içimde bir yer;
Adresim yok,
Nerdeyim?

Adımı unutuyorum kimi zaman;
Ki alışılmadık da değil...

Varılmayan kıyıların özlemiyim,
Işığı görünmeyen limanın belkisi,
Çıkmak üzere olan fırtınanın tedirgin bekleyişi.
Nerdeyim?

(ZY)





10 Nisan 2015 Cuma

Beni nasıl hatırlayacaklar?


Vaktiyle bana hakkını helal etmediğini söyleyen insanla uzun zaman sonra tesadüfen karşılaştığımda, o insanı görmezden gelirim sanıyordum. Üstelik hakkını helal etmeyişinin tek nedeni, benim kendisinden farklı olan yaşam tarzımken...Ama sımsıkı sarıldığında, gözlerim doldu, boğazım düğümlendi. O kadın, benim küçüklüğümü koruyan ikinci annemdi ve inkar etsem de gittiğinden beri, içimde bir yer eksikti. Arkasında duran çocuklara, "Bakın bu benim eski öğrencim." dedi. 
"Çok çok eski." diye düzelttim.
"Kendisi doktor olacak." 

Biliyordum aslında bal gibi. Kadının tavrı, ben hayatımda başkalarınca "takdir edilen" bir yol çizdiğimde değişmişti. Karşısına, bir yol çizememiş, savruk bir insan olarak çıksam, yüzüme bakmayacak; baksa da kendince birkaç laf ettikten yahut eleştirdikten sonra çekip gidecekti. 
Biliyordum aslında. Değer verdiği yalnızca ben olarak "ben" değil, çizdiğim yoldaki "ben"di. 

Bense, kardeşim hastayken ve evde durumlar iyi değilken, okulun bankında tek başıma oturup uzaklara daldığımda, bana kantinden aldığı tüp çikolatayı veren kadın olduğu için değer veriyordum ona. Okula pasta getirip doğum günü kutlayan çocuklara özendiğimi fark edip, benim doğum günümde sınıfa sürpriz pasta getirdiği için seviyordum. Beni yüreklendirdiği için. Destek verdiği için. En çok da, her daim gülümsediği için...

Ben de başkalarının hayatına böyle küçük dokunuşlar yapabilmeyi ve sırf bu küçük dokunuşlarla hatırlanabilmeyi isterdim. Bana baktıklarında 'doktor olacak kız' değil, 'hani zamanında gelip elimizden tutmuştu, iyi kızdı' demelerini...

Velhasılı kelam, okuduğunuz bölüm, kendi insanlığınızın önüne geçebiliyormuş demek...

6 Nisan 2015 Pazartesi

Cennetten sürgün


Ona göre, cennetten sürgün edilişimiz, bize benlik duygusunun verilişiyle başladı... Yani ben olma duygusuna sahip olmayan her şey; hayvanlar, bitkiler, mantarlar, parazitler...bizim dışımızda olan ne varsa, hala bir cennette yaşıyor. Hiç kimsenin sıkılmadığı, dertlenmediği, üzülmediği, tasasızca yiyip içtiği dünya denilen cennette. Fakat bize "kendimiz" armağan edildiğinde, karşılığında cennetimizden kovulduk ve hala aynı yerde yaşıyor olmamıza rağmen, sıkıntının ve kederin olduğu bir dünyaya düştük...

"Evet kulağa mantıklı geliyor..." dedim. Mantıklı sayılırdı da. Ama içten içe, eğer bize benlik verilmese ve bu cennetin cennet olduğunun farkındalığına sahip olmasak, sıkılmadan dertlenmeden cennetin bir parçası olarak yaşamaya devam etmenin ne anlamı kalırdı? diye düşünüyordum.
Bunu dillendirmedim; çünkü birinin oturduğu temelleri sarsmaya teşebbüs ettiğimde dahi, o temellerin altında mahsur kalacağımı biliyorum artık.

Cennetin bu dünyaya ait olduğuna inanasım gelmiyor...Dünya cennet olamayacak kadar kötü bir yer olduğundan değil sadece. Yasak elma ne anlama geliyor olursa olsun, o elma eninde sonunda yenecekti muhtemelen...Çünkü geri dönebilmek için kovulmak zorundaydık. Eğer geri dönebileceğimiz bir yer yoksa, ya da kovulduğumuz yer zaten geri döneceğimiz yerse, yaşamanın anlamı ne?

4 Nisan 2015 Cumartesi

Unutamadığım blog yorumları


Bence blogger olmanın en iyi yanı, kendince bir şeyler karalamanın ötesinde, hiç tanımadığın ya da görmediğin insanların zihinleriyle bağlantıya geçebilmek, kısa bir süre için olsa bile aynı frekansı paylaşabilmek... Bazense farklı düşünceleri çarpıştırabilmek...Bir nevi telepati değil mi? 

Bazen blog'daki yazılara o kadar güzel yorumlar geliyor ki, yazının kendisinden daha değerli görünüyor gözüme. Bu yorumların, eskiyen yazıların içinde kaybolup gitmesine içim acıyor.
Bu yüzden de arada sırada, çok beğendiğim yorumları paylaşmaya karar verdim :) Eğer paylaştığım yorumların sahipleri, bu durumdan rahatsız olurlarsa, belirttikleri takdirde hemen kaldırabilirim. Ayrıca isimlerin üzerine tıkladığınızda, yorumu yazan kişinin bloğuna da ulaşabilirsiniz :)


***



"İnsan sevdin mi olmuyor arkadaş, eninde sonunda cehennemin oluyor o. Vuran ayakkabıyı bile sevebilirsin, çünkü yapacağı şey yapmayacağı şey bellidir, ayağını acıtır ve hepsi bu kadar. Hiçbir vuran ayakkabı arkandan iş çevirmez mesela, sana iftira atmaz, senden borç alıp arkasından koşturmaz.

Ayağımdaki hafif bir şekil bozukluğu yüzünden benim vurmayan bir ayakkabı bulmam imkansız ama bugüne kadar hiçbir ayakkabım bana "iktidar yalakası" demedi,hatta yaktığım kömür, yediğim makarna bile. Kör topal bilgisayarım ben ne yaparsam yapayım "alacağın olsun be sahip" diye içlenmedi, şekerli çayım her seferinde "patron kendini şişmanlatıyorsun ama ağzını tatlandırabildiysem ne mutlu bana" diye bir de tevazu gösteriyor..."  (Syrano)



"Unutmayı öğrenmek için çok uğraşanlardanım ben de. Hala tam anlamıyla öğrenmiş sayılmıyorum. İstemesem de en küçük detayına kadar hatırladığım birçok şey var. Yani, mucize hatırlamak değil unutmaktır belki de... Senin sahip olduğundur. Ya da diyelim ki güzel anıları yoğun olanlar için mucize hatırlamak, kötü anıları yoğun olanlar içinse mucize unutmaktır. Bahsettiğin gibi birini kaybetmiş olduğun için ileride çok üzüleceksin. Bunu seni üzmek için söylemiyorum; ama gerçekten tam anlamıyla zaman geçip daha çok şey yaşadığında ve daha çok olgunlaştığında kıymetini daha çok anlayacak ve daha çok şiddetle arayacaksın. Keşke kaybetmeseydin ya da keşke kaybetmesen. Gönlünü alsan. Özür dilesen. Ben kaybetmedim. Bu yüzden de her gün, eğer kaybetseydim ne kadar çok ne kadar önemli şeyler kaybedecek olduğumu görüyorum. Eğer tekrar doğsaydık... Tekrar doğmayacağız ki ama. En azından kendi seçimlerimizi, kendi hayatımızı sürdürmek için tekrar doğmayacağız. Tek şansımız bu." (Fidan)



"Büyüdükçe hayal kurma yeteneğimizi kaybediyoruz. Çocukken bazı konuları nasıl ele aldığımı ve ne şekilde düşündüğümü hatırlıyorum. Ne yazık ki artık, o şekilde düşünme ve yorumlama yetimi kaybettim. Pek çok yetişkin gibi... Gene de o zaman zihnimin çarklarının ne şekilde döndüğünü hatırlamak, bugün bile bana büyük keyif veriyor ve motive ediyor." 
(Tutumlu Pudriyer)





"...Onlar hayatından çıkması gerektiği için çıkıyorlar bunu unutma hayat bir döngüdür kimisi gelir kimisi gider mühim olan yerine koyulanların gidenlerden daha çok ya da en az onlar kadar sevmesidir ,anlamasıdır seni....." 
(Hayatım Kitap)

Ben büyümüyorum sanırım


Dün ilk kez bir çocukluk arkadaşımdan düğün davetiyesi aldım...Daha önce de çocukluk arkadaşlarımdan evlenenler olsa da aradaki iletişim koptuğundan, sosyal medyada resimleri görünce haberim oluyordu ancak. Ama böylesi ilk oldu. Her neyse...Garip bir his. Bahsettiğim arkadaşı kendimi bildim bileli tanırım ve evlenip başka bir yere taşınacağını söylediğinde, onun adına sevinsem de kendi adıma üzüldüğümü hissettim. Bunu ben mi uyduruyorum bilmiyorum ama tanıdığım biri evlenip gittiğinde ve bir gün geri döndüğünde, hiçbir şeyin aynı kalmadığını görüyorum. Birkaç yıl öncesine kadar, deli gibi saçmalayıp güldüğüm insan, olgunlaşmış ve hayatı daha ciddiye alan bir insana dönüşüyor. Hayatın bir parçası diyeceksiniz biliyorum ama değişim kelimesinin kendisinden bile nefret eden benim gibi biri için, hayal kırıklığı oluyor kimi zaman bu.


Çünkü ben hala bakkaldan lolipop falan alıyorum...Sık sık çocuk ağzıyla konuşuyorum. Bazen - bazen değil sık sık - sakarlıklar yapıp rezil oluyorum. Canım ağlamak isterse gülüyorum, gülmek isterse daha çok gülüyorum. 

Aynı yolda yürümeye başladığım insanlar yolun sonunda kaybolurken, bir ağacın gölgesinde uyuyakalmak gibi bir şey benimkisi. 

3 Nisan 2015 Cuma

Malefiz filmi: uyuyan güzel'in gerçek hikayesi



"Gerçek aşk öpücüğü diye bir şey yoktur" ve bunu en iyi Malefiz bilir…

Masalları oldum olası sevmişimdir ama en bilindik masallardan okumadığım tek bir masal var: uyuyan güzel. Neden okumadım bilmiyorum, çocukken bana kitabını alan olmadı herhalde. Ben de çok merak etmedim demek ki. Ama hikayesini tabii ki biliyordum. Malefiz adında kötü bir büyücü, kralın yeni doğan kızına, on altı yaşına bastığında ancak gerçek aşkı tarafından öpülürse kurtulabileceği sonsuz uykuya neden olacak bir büyü yapar.

Jolie'nin başrolünde oynadığı Malefiz adındaki disney filmi ise, bu güzel masala bambaşka bir soluk getiriyor:

masallardaki kötüler neden kötü olmayı seçmiştir?
Prenslerin öpücüğü nereye kadar işe yarar :)
masallar ne kadar gerçektir?

Bu sorulara, hem çocukların hem de büyüklerin izleyip sevebileceği kadar güzel ve anlamlı cevaplar buluyor.

Açıkçası filme beklentiye girmeden, öylesine başladım. Sanıyorum bu şekilde izlenirse, ailecek izleyebileceğiniz güzel fantastik bir film olabilir. Filmin konusuna gelecek olursam:


Malefiz, sihirli ormanı koruyan güçlü kanatlara sahip güzel bir melektir. Bir gün ormanda hırsızlık yaparken yakalanan kendi yaşlarında bir oğlan, Malefiz'in de kalbini çalar. Gel zaman git zaman, aralarındaki ilişki, Malefiz'in aşk sandığı bir ilişkiye dönüşür. Ancak ikisi de büyüdüğünde, Malefiz'in aşık olduğu adam insanlara özgü hırs ve şehvete kapılarak kral olabilmek için akıl almaz şeyler yapar. 
Ömür boyu unutamayacağı kadar büyük bir yara almış Malefiz, intikam peşine düşerek, kralın yeni doğan kızını büyüler.


Ancak zamanla kendini, büyülediği kız çocuğunu koruyup kollamaya başlarken bulduğunda, kötü olmanın sandığı kadar kolay olmadığını anlayacak ve kendi yaptığı büyünün onu mutsuz ettiğini fark edecektir.
Daha da önemlisi,

Bu dünyada büyüyü bozabilecek gerçek aşk diye bir şey var mıdır gerçekten?


(görseller alıntıdır)