23 Şubat 2015 Pazartesi

Erken mi daha?


Nasıl tarif etsem,
Bazen ben bile hatırlamıyorum seni.
Fersah fersah uzaktasın,
Bir yandan da yanı başımda solukların.

Yani İzmir gibi biraz;
İçinde yaşamaktan mütemadiyen şikayet ettiğim halde,
Terk etmekten aciz olduğum.
Dışarıdan bakıldığında zengin bir şehre benzeyen,
Esasında koca denizinden başka hiçbir şeyi olmayan.
Dağınık, peş peşe sıralanmış, karman çorman satırlar gibi,
Yine de oku oku bitmeyen.
Kendine ait bir ruhu olsa da biraz beni taklit eden;
Gülersem gülen,
Ağlarsam ağlayan.
Bazen Karşıyaka vapuru gibi,
Menzilin olmadan bindiğin,
Sırf dalgaları koklamak
Ve kuşlara yakın olmak için.
Alabildiğine yavaş giden trenler gibi,
Sessiz sakin.
Çıksam yola şimdi,
Sana doğru.
Erken mi daha?

ZY




21 Şubat 2015 Cumartesi

Kış mevsimi ve tatile dair (MİM)

Sevgili Tigrisdriver tarafından mimlenmişim... Çok güzel bir mim konusu kış mevsimi,tatil,kitaplar,filmler ve atıştırmalıklar üzerine :) Kendisine çok teşekkür ederim...

1.   Kışın okumalık favori bir kitabın var mı?


Aslında bu benim kışın okumalık favori kitabım olsun dediğim bir kitap olmadı şimdiye kadar. Ama 'Hobbit' mesela bence yazın okunmaz :) Ben onu kışın soğuk bir havada okurum ancak öyle tadı çıkar...Bir de dört mevsim favori kitabım var ki o da çoook uzun zamandan beri Harry Potter :)

2.   Kapağı mavi olan bir kitap?


Şöyle bir dönüp baktım kitaplığa. Gözüme ilk 'Aynı Yıldızın Altında' çarptı. 'Ateşböceği Yolu' var sonra. Mavi güzeldir zaten hatta en sevdiğim renk :) Ama kitap alırken çok dikkatimi çekmez.

3. Yılbaşı ağacında yıldız olarak kullanabileceğin bir kitap ?

Yılbaşı ağacı süslemem ben ama şöyle bir düşününce Çalıkuşu geldi aklıma. Benim için her zaman unutulmayacak kitaplar arasındadır.

4. Kış tatili için mükemmel olan kurgusal bir dünya?

Jules Verne'in kitapları olabilir mesela. Denizler Altında Yirmi Bin Fersah olsun, Dünyanın Merkezine Yolculuk olsun hatta okuyalı seneleeeer geçmiş İki Yıl Okul Tatili olsun.
Bunların içinden İki Yıl Okul Tatili'ni seçiyorum.
Yanlış hatırlamıyorsam bu roman bir sömestrde geçiyor, bir grup çocuğun ıssız bir adada geçirdikleri iki yıl tatile dönüşüyor sömestr.
Okuduğum zaman ben de tatildeydim galiba, bundan daha iyi tatil kurgusu olamaz :)

5. Birlikte kış tatiline gideceğin bir kitap karakteri?

Öhöm öhöm...Saymakla bitmez yahu. Benim aşık olduğum binlerce kitap karakteri var :D
Ama birini seçeceğim şimdi bir dakika...Buldum! Peeta Mellark! (Açlık Oyunları)
Bana güzel güzel çörekler börekler pişirir hem soğuk havada iyi gider :)

6. Bu sene için listende olan  kitaplar?


"Suç ve Ceza"nın en ağır versiyonu...
İki ciltlik "Rüzgar Gibi Geçti"
Borges'dan "Alçaklığın Evrensel Tarihi"
Buket Uzuner'den "Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları" - Buna başladım ama pek tarzım olmadığını fark ettim, bitirir miyim belli değil.

Şimdilik kitaplıkta beni bekleyenler bunlar.

6. Favori tatil içeceğin, atıştırmalığın ve filmin?


Şekerli ve çikolatalı olan şeylere genel olarak zaafım var sevgili dostlar. Ama kahve, sıcak süt, badem şekeri bunlar favorilerim.
Film olarak da hangisini seçsem bilemedim ama bu kadar tatlı çikolatadan sonra aklıma ilk "Charlie'nin çikolata fabrikası" geldi...Ama favori filmim değil tabii, Johnny Depp dışında kimseyi hatırlamıyorum :) Bu arada ben bu adamı çok severim.

Favori tatil filmime dönecek olursam çok alakasız olacak çikolata fabrikasından sonra ama: 
Üç Aptallar (Three İdiots) :)


Benim mimlediklerim ise eğer yazmak isterlerse tabii:



Hoşçakalın :)





20 Şubat 2015 Cuma

Azerbaycan'ın başarısını sahiplenebilmek


O Ses Türkiye, benim sürekli olmasa da vaktim oldukça izlediğim bir yarışma programı. Elnur'a da denk gelmiştim ve sesine hayran kalmıştım. İlk söylediği 'Lutch' isimli şarkı pek tarzım olmasa da sonradan Sertap Erener'in Aşk adlı şarkısını söylediğinde "vay be ne ses varmış adamda, kesin birinci olur" demiştim. Nitekim oldu da. 

Bu yıl Azerbaycan'dan çok fazla yarışmacı vardı, sadece Elnur değil tabii. Garip bir şekilde bu sene Azerbaycan'dan biri kazansın ıstiyordum. Azerbaycan'dan tanıdığım tek insan yok - fakültede bir kız var ama sadece ismini biliyorum kızın - yine de çok büyük sempati besliyorum ne hikmetse. Konuştukları öz Türkçe olsun, tarzları olsun, sesleri olsun bilmiyorum benim çok hoşuma gidiyor, sıcak geliyor, mutlu oluyorum. Milliyetçi bir insan da sayılmam ama durum bu yani.

Bu yüzden Elnur'un kazanmasından sonra çıkan tartışmalara çok üzüldüm. Yorumları okurken şoka girdim, bunu yazan benim ülkemdeki insanlar mı? diye sorup durdum kendi kendime. 
O Ses Türkiye yarışmasını Türk kazanmalı diyenler var mesela...Adamlar daha Azerbaycan Türkleri'nin, bizden daha öz Türk olduğunun farkında bile değil...
İşin içinde çok farklı faktörler de var farkındayım.
En önemlisi de bu arkadaşın Ebru Gündeş'in takımından olması.
Elnur, Gökhan'ın veya Gündeş dışındaki bir jürinin takımından birinci çıksa, tartışmaya katılanların sayısı bu kadar olmayacaktı eminim.
Araya fesat karıştırmak isteyenler var.
Bir yanda da Kaya'nın kazanmasını isteyenler var, isteyebilirler, tarzları farklıdır, Kaya'yı daha çok beğenenler tabii ki olacaktır. 
Ama biraz daha bilinçli bir şekilde, Azerbaycanlı kardeşlerimizi üzmeyecek yorumlar yapılsaydı keşke.

Komplo teorileri beni çok sıkar açıkçası yok şu ülkenin şu planı var şu bize düşman şu bizim arkamızdan şunu yapıyor bilmem ne. Bunu hastalık haline getiren insanlar var, bu düşünce tarzına da katlanamıyorum. Ne var ki, komşu veya komşu olmayan ülkeler içinde bizi gerçekten sevdiğine emin olduğum tek ülke Azerbaycan. 
Bu yüzden Elnur'u gönülden tebrik ediyorum - ne şekilde kazanmış olursa olsun -
Çünkü ortada Azerbaycan'ın başarısı varsa bu başarıyı sahiplenmeliyiz diye düşünüyorum.

Öyle işte...
İyi akşamlar diler ve kaçar bu kız...

17 Şubat 2015 Salı

Pencereleri naylonla örtülü ev



Uyandıktan tam yarım saat sonra, yeniden uykuya dalamayacağını kabullenerek gözlerini araladı, battaniyeyi üzerinden çekmeden doğruldu, gözlerini kırpıştırarak yatağın yanındaki pencereden dışarı bakmaya başladı. Şaşırarak, iyiden iyiye şiddetlenen rüzgarın, kapının yanındaki yaşlı erik ağacını savuruşunu izledi. Pencereleri naylonla örttükleri eski küçük evlerinde olsaydı, dışarıdaki rüzgarın kulağına dolduracağı uğultuyu hayal ederken buldu kendini. O zamanlar sorsanız, onu en çok huzursuz eden sesin bu uğultu olduğunu söylerdi fakat şimdi o uğultuyu hayal ederken gevşeyip, rahatladığını hissetmesine anlam veremiyordu.


"Uyandın mı?" dedi kendisininkine çok benzeyen fakat daha yaşlı birinden çıkan tanıdık bir ses. Mutfaktan geliyor ve yemek yapan birine özgü takırtılara karışıyordu.
Soruya yanıt verme gereksinimi duymadan:
"Geri dönmek ister miydin?" dedi.
Mutfaktan gelen takırtılar dindi. Mutfaktaki her kimse, büyük ihtimalle soruyu soran kişinin ne sorduğunu bildiği halde:
"Nereye?"  diye sordu.
"Eski evimize. Şimdi orada olsak, rüzgar çatıdan kiremitleri uçuracak diye endişelenirdik." İçinden gülmek gelmemesine rağmen güldü.
"Orada olsak, şu an soğuktan donuyor olurduk." Mutfaktaki pek komik bulmamış görünüyordu söylenenleri, az öncekine göre sesi sert ama titrekti.
"Ama mutlu olurduk değil mi?"
"..."
"Söylesene, mutlu olmaz mıydık?"
"..."
"Ve huzurlu...Huzur satın alınabilecek olsaydı, bu dünyadaki en pahalı şey olurdu eminim."
"Sırf bu yüzden savaşlar çıkardı ve daha çok huzur bulmak için elimizdeki huzurdan da olurduk."
"Her zaman kötümsersin. Bu beni öyle üzüyor ki."
"Yalnızca senden daha gerçekçiyim."

Mutfaktan gelen yemek kokusunun ne olduğunu çıkarmaya çalışırken, kafası dağıldı. Üzerindeki battaniyeyi attı, terliklerini giydi, askıdan ceketini alıp dışarı attı kendini.
Son zamanlarda o kadar zayıflamıştı ki rüzgar arkasından esince, yersiz bir korkuyla uçacağını zannetti. Rüzgarın yan yatırdığı erik ağacının bir dalı güçsüzce yere sarkıyordu. Ağaçtan gözlerini kaçırıp dış kapıdan çıktı, daha fazla yürüyemeyeceğini hissettiğinde durdu.
Arkasından esen rüzgar iyiden iyiye şiddetlenmişti. Belki de zamanı geldi artık diye düşündü. Cebinden eski püskü cep saatini çıkardı ve uzun zamandır beklediği gibi yelkovanın rüzgarla birlikte ileri geri sallandığını gördü. Cep saatini sakince cebine yerleştirdi, derin bir nefes alıp kollarını iki yana açtı. Rüzgar son bir kez daha uçuracakmış gibi esip durdu. Gözlerini açtığında şafak sökmek üzereydi. Cep saatini tekrar çıkardı, sabaha karşı altıyı gösteriyordu. 
Kendinden emin adımlarla sağa dönüp, pencereleri naylonla örtülü eve doğru yürümeye başladı. 
Arkasında bıraktığı erik ağacı, gencecik ve sapasağlam yerinde duruyordu.

ZY

16 Şubat 2015 Pazartesi

Biri bizi yaratan, biri de sizlerin yarattığı!

Amir Khan'ın yeni filmi "Peekay"ı izledim bugün. Çıktığından beri izlemek istiyordum aslında ama bugüne kadar sarktı.
Daha önce izleseymişim keşke, her Amir Khan filmi gibi Peekay da "vayy be" dedirtti bana, her zamanki gibi hayal kırıklığına uğratmadı. 
Amir Khan'ın zekasına, parıltısına, yeteneğine bir kez daha hayran kaldım. Adam film yapmak için film yapmıyor, sadece para kazanmak gibi basit bir amaçla da film yapmıyor, artık eminim buna. Bir mesaj kaygısı taşıyan filmlerden nefret ederim ama Amir Khan bunu öyle bir doğallıkla yapıyor ki, şapka çıkarmaktan başka bir şey gelmiyor elimden.
Lisede yurtta kalırken film gününde Ghajini filmi ile karşıma çıkan ve beni ilk kez bir filmde bu kadar ağlatan sempatik adam, ellerine sağlık! Her zamanki gibi çok iyi iş çıkarmışsın...
Bollywood'da seni tek geçerim diyeceğim ama senin olmayan sadece birkaç Bollywood filmine dayanabildim zaten :) O arada çıkan müzikal tadında danslar, abartılı sahneler falan iyi hoş, Hindistan'a özgü tamam ama sen olmadan çekemiyorum be :)

Filmdeki favori sahnemi de buraya replik olarak ekleyip, tüyüyorum :) Hoşçakalın...

"Hangi Tanrı'ya inanacağız?
Sürekli sadece bir tanrı var diyorsun.
Bense hayır diyorum.
İki tanrı var.
Biri bizleri yaratan,
Biri de sizlerin yarattığı.
Bizi yaratan hakkında bir şey bilmiyorum ama,
Sizin yarattığınız tıpkı sizin gibi.
Küçük, yalancı, hastalıklı, boş vaatler veren,
Zenginlere öncelik veren,
Fakirleri sırada bekleten...
Övgü aldığında mutlu olan,
Küçük şeylerle insanları korkutan.
Bizi yaratan Tanrı'ya inanın, ona güvenin.
Kendi yarattığınız sahte tanrıları ise yok edin."




15 Şubat 2015 Pazar

Seversen cennetin, sevmezsen cehennemin olanlar


Seversen cennetin, sevmezsen cehennemin olacak bir dolu şey var.
Çayı şekerli içmek gibi. Dört şekerli içerken mutluydum çünkü öyle seviyordum. Sonra şekeri bırakmaya karar verince, ilk günler mutsuz olsam da sonra şekersiz sevdim çayımı. Yanlışlıkla şeker atılan bir çayı yudumladığımda yüzümü buruşturdum.
Sabah erken kalkmak gibi. Eskiden herkes uyurken, geceden sıyrılıp gündüzü beklemek hoşuma giderdi. Ama bu aralar işkence gibi. 
Mesela kitap okumak gibi. Benim için çok uzun bir süre boyunca kendisi cehennem kadar olmasa da zorlanmadıkça içine düşmekten kaçındığım bir kuyuydu. Sonra işler değişti tabii.
Sonra okuduğun bölüm gibi. Bazen melek gibi bazen de zebani. Cehennem hissi daha çok sınav haftalarında basıyor insanı. Tatil zamanı ondan iyisi yok!

Birini sevmek gibi. Birini sevmeyi seversen cennetin oluyor senin. Ama birini sevmeyi sevmezsen, cehennemde gibisin mütemadiyen. Birini sevmeyi sevmiyorsa, neden sevmeye devam eder insan? Onu da bilmiyorum, saçmalık işte. Zaten dünya saçmalıklarla dolu. 
Velhasılı kelam, ne kadar çok seversem o kadar çok cenneti göreceğim bu dünyada, düz hesap. Öyleyse neden daha çok sevmiyorum? Tuttuğum kalemi, ayağımı vuran ayakkabıyı, şu elimin altındaki bilgisayarı mesela, etrafımdaki insanları...Seveyim diyorum bazen daha çok seveyim... Ama seveyim deyince de sevilmiyor demek ki. Tıpkı sevmeyi sevmediğinde, sevmeyi bırakamadığın gibi.
Yani öyle bir dünya işte. 

6 Şubat 2015 Cuma

Uyanma vakti yakın mıdır?


Zamanı bine katlayıp tıkıyorsun cebine,
Kimse dokunmaz sanıyorsun,
Birileri gelip dokunuyor.
Kızıyorsun,
Kimse duymuyor.
Üstüne titredikçe çalınıyor kapıları 
Bir vakitler adını dahi duymadığın boşluğun.
Düşüyorsun, 
Sonu gelmiyor.
En kötüsü de,
Yürüyorsun bir ömür belki biraz daha az,
Yerin bir ukte kadar değişmiyor.
O orada, tam ortada, 
Uzun zamandır uyuyor, 
Nefes almadan.
Ne kadar koşarsan koş, hep aynı uzaklıkta.
Görünmeyen bir çember gibi kuşatıyor hayat,
Dur diyorsun, durmuyor...
Uykunda uyuyakalmak gibi iç içe,
İçtiğin halde içmemişsin gibi bir susuzluk...
Çırpınmadığın halde çırpınmışsın gibi bir yorgunluk...
Uyanma vakti yakın mıdır?

ZY

4 Şubat 2015 Çarşamba

Masallardan sonra




Dört buçuk yaşında melez bir kız çocuğu. Çağırsam yanıma gelmez, çekinir sanıyorum ama çağırır çağırmaz yanıma gelip oturuyor. Babaannesinin söylediğine göre en mutlu olduğu şey birinin onu dinlemesi. 

Sesini alçaltarak:

"Biliyor musun ben küçükken kendimi erkek sanıyordum.." diyor.
"Neden sen çok güzel bir kızsın " diyorum ne diyeceğimi bilemeyerek. Babaannesi, gelininin doğum sonrası depresyonundan bahsetmeye başlıyor. O bunları daha önce de dinledi yüksek ihtimal ama yine de duysun istemiyorum. Dinlemesin diye başka sorular soruyorum ona.Birlikte resim yapıyoruz. Ev çiziyor yanına da bahçıvan. 
"Bak buraya da bir tane prenses çizsene." diyorum.
Öteye bir de prenses çiziyor.
"Prensesle bahçıvan evlenmiş" diyor tereddüt etmeden ama çok da üzerinde düşünmeden.
"Prenses prensle evlenmeyecek mi?" Diyorum.
Başını iki yana sallıyor hayır anlamında.
Henüz okuma yazma bilmeyen bu küçük kızın masal okuması olanaksız...Başkalarından da hiç masal dinlememiş muhtemelen. Zaten annesinin onu kabullenmesi dahi zor olmuş, sırf kız olduğundan. 


Birileri ona masal okusaydı ne olacağını düşünüyorum kendi kendime. Hiç sorgulamadım daha önce masalları. Yüzde yüz tartışmasız çocuklar masal okumalı! Ama şimdi o okuma yazma öğrenmeden önce, prenseslerin bir prensle evlenmek zorunda olduğu tüm masalları toplayıp yakmak isteği doğuyor içimde. Keşke minik kafasında henüz oluşmayan engellerin ve kimi duvarların inşaasını engellemek elimde olabilse...